Powered By Blogger

17 Aralık 2010 Cuma

ekose etegiz..

merhaba,

gecenlerde en iyi arkadasimla ki; adi serdar.. cumleye bak? sanki adi serdar olmasa, en iyi arkadasim olmayacak? neyse, bugun cok yoruldum. gereksiz bir sekilde -20 dereceyi bulan bir sogukta, cop toplama yerine gittik. copler toplaniyor, ayrilanlar ayriliyor; ayrilanlar da ayrica satiliyor ve gerisi ise 20 metre yuksekligi asmayacak sekilde bu gittigimiz alana yayiliyor, copluk lan iste.. ne zikime uzatiyorsun? demeyin. iste olay o kadar basit degil, devami var.


bu coplerin cikardigi biyo-gazlar; icerde konuslanmis borularin vakumlamasi sonucu, kojenerasyon unitesine yollaniyor, buradan da elektrik uretiliyor. ustune ustluk, bu uretilen elektrik; devlete satiliyor ve yari fiyatina geri aliniyor, biz hala projeydi; boktu pusurdu ugrasalim.. neyse; cop deyip, gecmeyin yani. niye anlatim ki bunu simdi size? cunku bokum dondu, hallettigim is takdir gormedi de ondan, nee? lan ben, hasta hasta gittiydim oraya, yaklasik 400 km'lik de yol vardi, araba kullandim; kar ve buz cabasi. haa bu arada coplerden; yagan yagmurlar, karlar ve icindeki maddelerden akan bir su var ki; kokusunun tarifi yok, kanalizasyon bu konunun yaninda miski amber. tabi bu atik sular da temizlenebildigi kadar temzilenip, geri kalani organik atik olarak zamaninda tanri olup tapinilan; "toprak ana"nin uygun bir yerine, ozel tekniklerle gomuluyor. iyi iste, bilginin; iyisi, kotusu olmaz. ilk cumleye donmeden once; ben, cocukken de arastirmayi severdim. serdar bana; "oglum, sen orda burda ukalalik yapmak icin okuyorsun lan bunlari.." derdi. azicik haklidir; bildigim bir konuya denk geldiniz mi, hic affetmem.. hele teoride :/


eski arkadasim serdar; onun hakkinda, akibetinin ne olcagani henuz kestirmedigim kitabimda; pek cok sey yazdim. kitap dursun, belki bir gun zevkine bastiririm. cocugum, (o da olursa..) ileride arkadasina; benim babam, kitap yazmis oglum, cok acayip adam.. desin diye.. okurken, hayatimdaki "yasadigim dususleri ve (insallah:)) cikislari gorsun.." isterim. gonul; onun, gozlerine bakarak, tecrubelerimi " baba" edasiyla anlatmak ister. lakin neyin, ne olacagi belli olmaz be usta, kismet. her isim, hala bir olasiliktan ibaret. gerci bunun icin kitap filan basmaya da gerek yok, ben yoksam; acsin word'dan okusun lan iste. tam masraf kapsiyim amk. biz, serdar'la cok kavga etsek de, birbirimizi pek severiz. bana gore; ben onu.. ona gore ise; o, beni daha cok sever.. bu konuda hic anlasamayiz iste! ben tabi lan, mukayese kabul etmez :/ off be bir konuya girsem super olacak da; dur dur oluyor galiba.. o istanbul'da, ben ise memleket disindayim ya konusmalarimiz genelde msn ustunde oluyor, orayi anladik allah'in cezasi herif.. dediginiz de duyuyorum, ayip be surda iki kelime ettirmediniz adama.. cok pis, karsi tarafi suclar, kendimi aklarim, paklarim.. kabul, boyle bir yetim vardir.

neyse dedikodu yapi.. aman konusuyorduk, derken soyle dedi; "baba iyi oldu, vallahi boyle.. uzun zaman olmustu dertlesmemistik.." ben de, bu hissiyata ortak oldum. ayni fikirde oldugumuz da oluyor, o kadar da degil, abartmayin :/ biz dedi; eski arkadasiz, evet dedim. biz; "ekose etegiz" baba.. sonra soyle devam ettim,  hani hic modasi gecmeyen, ekose etek var ya, ahanda; o'yuz olm biz. ne, niye etegiz? baska giysi mi yok? ibne miyiz? yok, sayin okur; kumasa. modaya, evrenselliye (az yukarida solda; liam neeson abi, sanirim "mcgregor" karakteriyle, aslanlar gibi etegi ile sana bakarken hem de.. ayip, cok ayip..) odaklanmaliyiz burada, akliniz hemen sekse, pipiye, dote filan gidiyor. zaten; "niye etegiz olm, ibne miyiz ki?" sorusunu serdar sormadi. sizlerin aklina oyle bir ihtimal gelirse.. diye, ben dedim..

sonra sohbet, su sekilde devam etti. evet dedi, serdar; biz ekoseyiz..

srd-peki baba; cenk ne cenk?
srh-hmm o, esorfman ustu. usengec, esorfman ustuyle; uyunur, gezilir, bakkala gidilir, spor yapilir. ama ne bileyim bir cok sey de yapilmaz.
srd-haha, haklisin. budur.. peki evren, ne evren? papyon di mi?
srh- evet baba, evren bir papyon ama lastikli papyon, hazir baglanmis. goruntu super de onun lastikli oldugunu anlamak icin cok dikkatli bakmak lazimdir. herkes bilmez. (papyon dogruydu, serdar bulduydu. lastigi ben ekledim ama konusma bittikten sonra aklima geldi.)

bu orneklerin, devamini getirmeyi dusunmustum yazimda. su an itibari ile vazgectim, sebebi de; 'serdar olmadan olmaz'di. anca berbaber, kanca beraber'di iste. arkadaslarimi, yolda birakmamaya calisirim. ne alaka lan? pek de birakmam. aldim gazi gidiyorum.. biraktin diyen varsa; iyi niyet limitimi doldurmustur. haa cok birakildim, demek ki; ben de o limitleri doldurmusum. bu arada; herkesin limitinin farkli oldugunu belirtmeye luzum yok sanirim..

gecen gun arabanin lastiklerini degistirdim, sonunda kis lastiklerini taktirdm. tabi, kis lastiklerini takmak icin once satin almak lazimdi. internetten sectim, bazilarimizin bildigi "cislavet gislaved" lastik-isci ayakkabi markasi var ya; aha onun otomobil lastigi de varmis lan. cikma, iyi de fiyata aldim, yorumlari da okudum. kuzey icin iyi lastik. neyse, lastikciye gec gidebildim. genc bir oglan orada. isimi gordu, ugrasti bayagi, jantlarin balansiydi vs. zaman aldi. benim arabanin ustunde daha 20 bin km gitmis, kaliteli yazlik lastikler vardi. rus cocuk; sonunda, agzindaki baklayi cikardi, bu lastikleri satmak ister misin dedi? sana mi, patronuna mi dedim? sasirdi, ama patronu dudukleyen isciyi iyi bilirim; tam tersini de. belli ki; bu cocugu, patronu it gibi calistiriyordu. saat dokuza yaklasmisti bile, saglam ayaz vardi. bana; yarin gel abi.. diyebilirdi pekala ama demedi. ses etmeden isimi yapti. bahsis verecektim; o, benim yazlik lastikleri alip, is yapmak istedi. her sey uygundu, neden olmasindi?

bedava da birakir, giderdim lakin o zaman is yapmis, olmazdi. oldukca makul fiyata verdim lastikleri. iyice, olctu bicti derinlikleri, bir seyler basardigina sevinmisti, suratindan okunuyordu. sakali bile yoku daha, yanaklari kirmiziydi soguktan, noel de geliyordu, ihtiyaci olurdu. evet, iyi olmustu. giden lastikler guzeldi ama bu duyguyu hissetmek daha bir guzeldi..

ben de, bundan on sene once; cogu kimse bilmez ama, sirkeci'de yuzde ucle-dortle cek kirdirip, bayrampasa'da yuzde yediye - sekize cakardim. ayni seyi fatura icin de yapardim, altiya alir, 9-11 arasi okuturdum. evet, ilki tefecilik sayilirdi, ikincisi ise kosturmayi gerektirirdi, ama her ikisi de dikkat isterdi. finans sirketinin sahibi pederin tanidigi idi; boyle yaptigimi duysa ayip olurdu. onun da oglu vardi. bu kadar cek nereden geliyordu? kesin, tahmin ediyordu. nasil olsa cekleri, bankaya sorduruyordu ki; ondan once zaten ben sordurmus oluyordum ama yine de riskli bir isti; cekler bir kac kere patladiysa da, sonunda bir bakiyem kalmamistir.

diyecegim sudur ki;  hayat boyle iste.. bugun bana, yarin size..
veya tam tersi..
http://fizy.com/#s/1240re

iyi geceler.

serhan.

not: su bloga bir goz atiniz, yasananlar anliktir;
http://istifayiverirgiderim.blogspot.com/

13 Aralık 2010 Pazartesi

suçsuzum

selam,


''yetti lan ff de ff. alt tarafı 77 followerın var. hep de kızları ff lemişsin tesadüf mü bu acaba? ergen misin nesin sen???'' evet, yukarida gordugunuz bir kızın şahsıma, geçenlerde yazdığı; mention tweet. her halde, bir şekilde ff'lerime denk geldi, dayanamayıp; saydirdi, ee gören de gördü tabi. bir çoğunuz twitter'ı biliyorsunuzdur da; ben, biraz bu ff olayını açayım. efendim; önünde çatal, iki tane f harfi yan yana gelince, anlamı; follow friday oluyor. takip ettiğiniz, yazdıklarını beğendiğiniz vatandaşları, diğer takip ettiğiniz insanlara, mübarek cuma günü sonunda (haftanın son günü ki; millet çalışma saatleri arasında twitter'da nefes alı.. yok, bildiğiniz bağımlılık, kimse çalışmıyor..) tavsiye ediyorsunuz, olay budur. onlar da sizi ff yaparsa, potansiyel takipçiler; yazdıklarınıza bakıyorlar, "aha da komik, seker, ne haltsa takip edeyim.." diyor ve bu iş oluyor, böylelikle takipçi sayınız artıyor, daha buyuk kitlelere ulasiyorsunuz hesapta. yok olmazsa takipci sayiniz daha da dusuyor; lan salak miyim neyim ben be? gibi bir tribe girip , twitter'a saydirip; hesabinizi kapatiyorsunuz. 


peki takipçi sayınız artınca; ödül filan veriyorlar mı? yok, ama kitap yazan, televizyona çıkan, ivedilikle götü kalkanlar olduğu oluyor. tabi aynı çizgiyi koruyanlar da var; gerçek hayat gibi işte; gominst bilem var' sen ne diyorsun?:/ iste ben de kendi kafama göre takip ettiğim kişileri; yazdıkları tweetleri baz alarak  misal; ''#FF o, çok içten yazıyor. @kadının-ismi gibi.'' ayrı ayrı  #FF yapıyor(dum); taa ki bu kızcağız bana yukarıdaki mesajı fırlatana kadar, surduydu bu eylem! güzel de bir halt yediğimi sanıyordum, iyi mi? degil, tweete bak lan; resmen hatun sapik demis bana.. garip bir başlangıç oldu farkındayım ama yazacağım yazı; bu tweet'e hatta suçlamaya açıklık getirecek bir cevap olacak. bu arada; Türkçe klavye de iyiymiş, hee.. benim bilgisayar, bozuldu da. bu, arkadaşın bilgisayarı. lakin, yaziyi duzeltirken, bizim turkce karakter olayi yalan oldu, kusura bakmayin. neyse, zaten fener yenildi, direkten döndü laptop, kirarim vallahi. yalniz, umit özat'da da sağlam minibüsçü potansiyeli varmis. bizim filozof-dusunur anterenoru konusmuyorum bile, herif seyirciyi de iyice yenilgiye alistirdi resmen. hep destek tam destek de esegin ziki yani; butun ilk yari, deplasmanda bir konya'yi yenmisiz.




ve cevap niteligindeki yazima başlıyorum; öncelikle 'lan'lı konuşma tarzına sinir olsam da elden bir şey gelmedi. hemcinsim olsa; ağzımı bozar cevap verirdim. ff yaptığım, atıyorum on kişiden; sekizi kızdı. iki erkekten biri de mickey rourke :/ burada haklı. zaten listemin, yüzde seksenini de karşı cins oluşturuyor. peki neden? yargilamadan once bir sor, di mi? bendeniz eskiden pek ufak tefektim. çok hastalık geçirdim. bir çocuk; bütün çocuk hastalıklarını aynı senede geçirirse büyür mü? büyüyemez tabi. sasilan olmadi ve ben buyumedim. aldigimiz kiyafetleri seneye hatta sonraki sene de giyebiliyordum, pek ekonomik bir cocuktum.


ilkokul; ''kaburgaların sayılıyor.. yemek yesene, bak burak'a..'' diyerek gecti. burak'da tek basina bir tavuk yerdi simdi de zeplin gibi olmus, zaten. hazırlıkta sınıfın en kısa boylusu idim. bu allah'in belasi unvanımı da uzunca bir sure kimselere kaptırmadım. aha dur dur; bir çınar vardı. bu isimle benden bile kısaydı yada aynıydık. neyse, oğlana; çınar yerine maki derlerdi. ehuhe. sonra o baska sinifa gecti zaten. bana biraz sıkardı öyle şeyler demek, çünkü yaşa başa bakmaz, pis dalardım. öhhööm derken, bulug cag vs gibi caglar gorundu. yoo benim icin degil. mahalleden arkadaşlarım, keza yazlıktakiler de cadde gezmelerine, gece cikmalarina basladi. hepsi de at gibiydi maşallah. şansıma işte. benim hayatim ise futboldu, maçtı, commodore 64 idi, kafa ayarı yapıp oyunun saatlerce yuklemesinı bekleyip; ''test drive'' oynamaktı. internet filan yoktu; kadının anatomisini tek boyutlu mecmualardan, fizyolojisini ise yine aynı dergilerde yer alan hikayelerden (olm, kadın da boşalıyormuş laan.. hadi bee!!? harbi mi? gibi..) öğreniyorduk. 


piştt oğlum; otuzbir var mı? kuş ötüyor mu? soruları canımı sıkıyordu, lakin bütün denemelere rağmen bizim kuş; sus pustu. ergenliğe biraz daha geç girseydim; zikim, elimde bir süs olarak kalabilirdi.. herkes 13 -14 gibi ergenlik denen döneme girerken, ben; 16 yaşımda filan girdim. şimdi, kisa bir cikarma hesabi ile; bu olay yaklaşık 17 sene önce gerceklesiyordu ki bu sayede ''ergen misin nesin?'' sorusuna yanıtı vermiş oluyorum. sakalım filan da geç çıktı, pek tabii; bu olaylar zincirleme gelişiyor da.. gel, sen bunu o zamanki; ''sinir hastası, götü yere yakın'' bana anlat. bizim duvar, babamın boyumu ölçüp de yazdığı/çizdiği aralarında milim farklar olan bir sürü işaret ve tarihlerden oluşuyordu. acı ama gerçek, büyümüyordum olm, sabittim. ee simdi kızların; daha çabuk geliştiğini düşünürsek ve benim normalden geç bir zamanda da geliştiğimi düşünürsek, şu sonuç ortaya çıkar; ben onaltı yaşıma kadar; safi saplardan oluşan bir toplulukla zamanımı geçirmişim.






mühendis olacağım diyen; yine ben, fen lisesine kısmı yatılı olarak giriş yapmışım. yatakhanedeki arkadaşlarım; seyit, levent, nazmi, alkan gibi isimlerle cagrildigindan, anlaşılacağı gibi benim lise hayatımın buyuk bir kısmı da hemcinslerimle beraber, kartal bölgesinde serseriliği ve okulu aynı anda yürütme çabalarıyla geçmiş. millet, hatunlarla barlarda fink atarken; biz test çözmüşüz. sonunda kayıt olunan üniversitemde bölümüm makine mühendisliği olduğundan, biz erkeklere kaç gram kadın düştüğünü siz tahmin ediniz. bu arada boyumun, bir yazda oniki santim uzaması ve ardından gelen diğer santimler, spor vs. ile hayran olduğum kadın milletine gerçek anlamda kavuşmam gerçekleşmişti. yurt dışı maceralarım ise bu hayranlığımın yanımda, yetenekli olduğumu görmeme vesile olduydu. ne lan hep kendimizi yerecek değiliz ya!? bulmustuk, birbirimizi ;)


iş hayatının başında, ortaklarımızın tarzları bir kenara, sultanbeyli'dekı geri dönüşüm tesisinde bir kadın görmeniz pek zor bir rastlantı olurdu. görseniz bile, kendisine tam manada kadın deme ihtimaliniz düşüktü. kadın olarak doğmuş olup; zor hayat şartları onu; erkek işlerini, erkeklerden daha iyi yapmaya itmiştir. sonuç olarak; ben, gündüzleri, gecelere nazaran daha az kadın gordüm. bilmem, anlatabildim mi, gencler?


sonra, masterım yine mühendislik ve iş hayatım da enerji sektörü olduğundan; gündüzleri kadın gorememenın verdiği; içgudusel dürtüden mütevellit; twitter denen sosyal paylaşım sitesinde ağırlıklı olarak akıllı olduğunu düşündüğüm kadınları takip eder oldum. amacım kötü değildir, suçsuzum. bu kadar iste..


iyi geceler.


12.11.10


serhan.


sakal için not: iki gün tıraş olmazsam, beni ordu evine almazlar. 

3 Aralık 2010 Cuma

no compensation


selam,

sarjoru dusurdu, "makine kimya" yapimi yerli mermi, namlunun agzinda olmaliydi. onunde bos kadehler duruyordu. dusunceler beyninde yeni yeni sekillere burunuyor, onu sinirlenmesi icin tahrik ediyordu. dusunceler biliyordu; sinirlenince, o' baska biri oluyordu. aksi gibi de her sey; sinirlenmesi icin pek musaitti. gun, mutlu baslamisti. kapidan cikisi, sarilisi, yazliga giderken onu gorusum. ben, futbol oynarken merdivenlerden cikisi ve bana bakisi; "allah’im ne kadar da guzel bir gun yasiyorum.." dediydim icimden. tekrar mekana donelim; tam, neler oldugunu hatirlayamiyorum. sadece ifadesi degisen, aniden kizaran gozlere bakiyordum, tedirgindim. ne zaman o gozler, tasvir ettigim sekilde olsa; hayra alamet olaylar gerceklesmiyordu, fazlasiyla sahit olmustum. tedirginligim yavas yavas yerini korkuya birakiyordu.

derken sarjoru dusuk ondortlu otomatigin kurulum sesi duyuldu. sarjor dusukken, kurulan bir tabanca; dolu kovani disari atmaliydi. bir sey eksikti;  tabi yaa, ses!? ses yoktu, mermi namlu disina atildiktan sonra serbest dusme ile yere dustugu; metalin mermere carptigi ses duyulmamisti. bunu o anda kimse anlayamadi. cok sonra anlasildi ki; mermi namlu yuvasindan dusmemisti. bu hain, parabellum atmaya alismis, mermi secer browning marka silahin sahibine oyun oynamisti. yakalanmamis, tabancanin hassas/esnemis tirnak yayini atlatip, namlunun icinde kalmayi basarmisti. silah sahibi; masa altindan surguyu cekip bakti ama los isik ve "yeni bos, eski dolu" kadehlerin etkisiyle mermiyi goremedi bile. belki, surguyu bir kere daha cekseydi boyle bir sey olmayabilirdi, gerek duymadi.

sakagina dayadi tabancayi ve tetigi cekti, horoz dustu ve ses. sonrasi cok uzun. acaba bunlari kuruyor muyum, yoksa gercekten boyle mi oldu? bilmiyorum. yoo yoo kurmuyorum, her seyden degerli ben vardim, ya hayatinda; hani en sevdigi. yapmazdi oyle bir sey degil mi?

galiba degil..
cok yagmur yagiyordu..

03/12/10

serhan.