Powered By Blogger

26 Kasım 2012 Pazartesi

fuck in hell

bazen çok sinirleniyorum hele bazı olaylar kafamda birikmiş ise, çok fena. yolda, önümde yürüyen adama çelme takmak istiyorum. sinir oluyorum çünkü. düşünüyorum; adam önümde yere tükürse de, ense köküne elimin tersiyle bir tane yapıştırsam sonra boynundan tutup yeri yalatsam. bak, kulağına da vurabilirim avuç içimle. bankta oturuyorum ama canımın sıkkın olduğu süper belli. ACAB geliyor. içimden gelme işte rahat bırak beni diyorum. geliyor, kimlik soruyor. birader diyorum, başım ağrıyor. bak kimliğe, var mı sorun? o sırada aklımda olanları, uygulasam fena. böyle ağzını yaya yaya konuşurken kalkıp öyle bir kafa vuracaksın ki diyorum burnunu tutarken topuğunla da dizini içten dışa çıkartacaksın. 

vapurdayım, hava soğuk olsa da dışarıdayım. adam bakıyor. kafamı eğiyorum daha da bakıyor. kafamı halbuki ben onun için eğiyorum. bir daha bakıyorum ne olur, bakmasın diyerek. bakıyor. arkadaşım neden bakıyorsun bana? ben bakmadıkça hala neden bakıyorsun? öyle bir kalkar gibi oluyor ama gözleri bok yedim galiba diyor. yedin ya. kollarının tam bükülme yerinden tutuyorum. saçından tutup kafasını demire vuruyorum ama yetmiyor çünkü o gıcık bakış hala aklımda oluyor. onun hakkı dirsek. çünkü dirsek hem kırar, hem açar.

taksiye biniyorum. arkadaş sakin değil. sanki üste para alıyorum, taksiye binmek için. içimden,  o zaman yapma bu işi diyorum. hala böyle garip garip hareketler. düşüncelerim tehlikeli boyutlara geliyor. taksici bilmese de zorluyor. en son kırmızı ışıkta duruyor,söyleniyor. sana da kullandığın arabaya da, yaptığın işe de. sağ kapıdan bindiğim taksiden, sol kapıdan iniyorum. yere bakarak yürüyorum.

fuck.

serhan.

neredeyse beygirin altında kalan çocuk

iyi sabahlar,

dedem alzheimer hastası zaman zaman demans durumları vs. her gün aklı biraz daha geriye gidiyor, hafızası biraz daha karışıyor. her gün daha az normal oluyor. anneanne vefat edince, biz dedemin eve transfer olduk. 11 sene önce cereyan eden bu olayda, pederin mali durumunun da payı vardı. ben, bir yıldır memleketteyim. memleketten gittiğim vakit dedem böyle değildi. ne yalan söyleyeyim pek akrabalarla aram yoktur. genel bir şey. dedem de buna dahildi. dahildi diyorum çünkü o artık başka biri, çocuk gibi. 95 yaşında ama maşallah fiziksel olarak çok sağlam. bizim dedeyle münasebetimiz, çamlıca'ya, oradaki çiftlik yıllarına dayanır. 


anne ve babam ipraş'ta çalıştığından, ben ilkokul çağına kadar çiftlikte büyüdüm. daha sonra da belli yaşa kadar haftasonları. o zamanlar, çamlıca acayip bir yerdi, şehir dışında gibi. kar yağdığında araba falan giremezdi. atlar, inekler, eşekler, tavuklar, köpekler, kediler, hatta gelincikler arasında gezen yılanlar. hayvan sevgim, yılan sevmem buradan gelmiş herhalde. dedem o eski zamanları iyi hatırlıyor hatta az önce eğer ben duymasaydım, kapıyı açmış muhtemelen çamlıca'ya gidiyordu. hayalinde, bazen ineklere yem gelmiş oluyor, bazen karısına gidiyor, bazen oğulları arabayla gelmiş oluyor ama en çok annesine gidiyor. çok düşkün oğullarına. benim biriyle sıfır, diğeriyle mesafeli diyebileceğimiz seviyede muhabettim var. bütün çocukları bakıyor diyeyim ben, o topa girmeyeyim. ama en çok tabi ki annem. zaman zaman kafası bundan 30-40 sene evvele gidiyor. alzheimer pis bir şey. ben meraklı adamımdır. bir kısım kitaplar okudum, yardım edebileyim diye. dedemin, diğer hastalara göre bazı dezavantajları var. gözü görmüyor, okuyamıyor. kulağı duymuyor, bu da kısıtlı kavrama kabiliyetinin önüne engel oluyor. ben, bir kere atın altında kalmışım. at, beni noyan'dan (abimden) kıskanmış ve ön ayakları ile altına almış. santimetre ile kurtulmuşum. e tabi öyle olmasaydı siz de bu satırları büyük ihtimal okuyor olmazdınız

velhasıl kelam, benim adım artık serhan değil. beygirin altında neredeyse ezilen/kalan çocuk. serhan derseniz, bakış; soru işareti ama kızılderili adı kılıklı beygirli tamlamayı söyleyince hemen hatırlıyor. mantık şu; hala yanındaysa, eski zamanı bilen bu insan ne kadar kötü olabilir ki, bana ne zarar verebilir? arada dedeme hobi yaratıyorum daha doğrusu yaratmaya çalışıyoruz. dedem eski kaleci. günde 10-15 dk top oynuyoruz. topu köşelere (o yatakta duruyor) atıyorum baya baya çıkarıyor. hatta geçen ''nasıl plonjon attım?'' cümlesini şaşkın bakışlar arasında kuruverdi. ufacık bir şeyi başarmak ona ümit veriyor. sonra barbunya ayıklıyor. devamlı barbunya alıyoruz. e haliyle içimiz dışımız barbunya oldu. cama ''itinayla barbunya ayıklanır'' tabelası yapıştırsam mı? geceleri çok zorlanıyor. zaten gece mi, gündüz mü karıştırıyor. bazen bavul elinde ben hazırım diyor. açıklama yaparsan bitersin. köşeli olursan yine bitersin hep yuvarlayacaksın, gittiği yere kadar. mesela o zaman; dede, ben çok yorgunum yarın gidelim diyorum. süt, bisküvi yapıyoruz. 


masajı çok seviyor. kafada kan deveran etmeli imiş. katılıyorum, etmeli. masaj yapıyorum. bana, beni anlatıyor bilmeden, bir oğlan var; eli ağır pzvengin ama iyi ovuyor kafayı diyor. bir şekilde enerjisi bitmeli ki uyusun. yoksa, sabaha kadar nöbetteyiz. ben de bir kaç kere aklımı kaçırır gibi oldum, garip bir şeydir. anlıyorum onu. nerede olduğunu bilememek, çaresiz, savunmasız kalmak. bu seferlik böyle.

eyvallah.

yandaki, 'neredeyse beygirin altında kalan çocuk'tur. üstteki ise dedem, ömer rıdvan.


16 Kasım 2012 Cuma

ben kimdim, ben kimim?

selam,

bu yazı, geçen sefer yazdığıma yorum yapan arkadaşıma gelsin diyeceğim de boş verin, genel işte. ben kimim? şimdi size açık olabildiğim kadar açık olacağım. 

geçmiş zamanda,
ben; abimin kardeşiydim, iyi futbol oynardım, zengindim, okulda çalışkandım, anne ve babama çok düşkündüm, akrabalarımı severdim, sıklıkla abartırdım, çok yalan söylerdim, hiç hırsızlık yapmadım, insanlarla dalga geçerdim, hakkım olanı alırdım, elim genelde oramdaydı, borç verir ama geri almazdım, cebimdeki bütün parayı harcardım, yemekle aram çok iyi değildi, alkoliklik yolunda ilerliyordum, panik atağım yoktu, agorafobim de yoktu, sinirliydim, sakinleştirici almazdım, kısa marlboro içerdim, hayvanseverdim, bazı insanların sevgilerini suistimal ettim, kullanılmaya meyilli insanları kullanırdım, yalnız değildim ve çok sırrım yoktu, homofobiktim, yazmazdım, zamanımı boşa harcardım, gururluydum, en kötüsü ise geleceği göremedim, kavgacıydım... daha çok vardır da bunlar aklıma geldi.

şimdiki zamanda,
ben; artık kardeş değilim, futbol oynamıyorum, fakirim, iş hayatında başarısızım, anneme ve babama hala düşkünüm, sanırım artık abartmıyorum, zorunda kalmadığım sürece yalan söylemem, akrabalarımın çoğunu sevmem, hiç hırsızlık yapmadım, insanlarla dalga geçerim, çenem durmaz, aklım hala oradadır, hakkım olandan feragat edebilirim, borç alırım ama zor geri öderim, iyi yemek yapar ve yerim, alkolik hiç değilim e olunca içerim, panik atağım da, agorafobim de var, sakinleştirici alıyorum, daha az sinirliyim, sigara pek içmem, hayvanseverim, insanların sevgisini suistimal etmemeye çalışırım, kullanılmaya meyilli insanlara, kullanılmaya meyillisin... derim, yalnızım, sırlarım var, homofobik değilim, yazarım,  hala gururlu muyum acaba? diye ben de kendime soruyorum, geleceği görüyorum ve sanırım bana ''mucize'' lazım, fena dövüşmem. daha çok vardır da bunlar aklıma geldi.

gelecek zamanda,
ben; ?

iyi günler,

Serhan.

6 Kasım 2012 Salı

oytun

n'aber bilog?

seni de boşladık bu aralar ama biliyorsun, roman kılıklı psikopat bir şey yazıyorum. kitap olarak yayınlamaktan ziyade aklımda daha değişik projeler var, kardeş. kapatırız arayı, üzülme sen. sana da selam, sayın okur.

gençken iyi futbolcuydum. şu ana kadar sahaya çıktığım, benden iyi diyebileceğim az kişi olmuştu. konu, benim topçuluğum değil. konu, oynadığımız adamlar. ben, sert top oynardım ama kimseye gerekmedikçe kasti faul yapmazdım. oytun vardı, onunla karşılıklı oynamayı sevmezdim. maalesef mecbur kalıyordum, aynı ortamdaydık. insan olarak seviyordum ama sahadaki oyun başka idi. daha sonra futbolda, o oytun'un yalnız olmadığını daha bir sürü oytunlar olduğunu gördüm. bahsettiğim oytun, yazlıktaki değil. o da çok ağlardı ama yetenekliydi. bu bahsettiğim oytun, bir şekilde iyi top oynadığına inanmıştı. topu kaptırdığında, ya faul diye itiraz eder ya da başkalarını suçlardı, böyle alışmıştı. rakip veya aynı takım arkadaşı olsanız da, o faturayı başkasına kesmeye alışmıştı işte. yapacak bir şey yoktu. ben, bu arkadaşla karşılıklı kaldığımda, topu ondan alırdım, her defasında. çünkü ben daha iyi, daha güçlü, futbol konusunda daha kabiliyetliydim, bu kadar basit. o da benden belki başka bir konuda daha iyi idi ama biz genelde sahada ve top oynarken karşılaşıyorduk. bana bir şey diyemezdi, temiz oynardım. ne zaman faul dese; oytuuun, omuz omuza! devam... derdim. gerçek de buydu.

oytun zamanla başkalarıyla top oynamaya başladı. onlar, oytun faul var! deyince her halde duruyorlardı. oytun öyle tepkiler veriyordu ki, sanki içindeki sesin, ''faul yok, sen düştün abi... '' dediğini duymak istemiyordu. derken, okulda turnuva vardı ve türk takımında oynamam istendi ki ben aslında ISB diye bir takımda oynuyordum. sonunda ne olduğunu boşverin ama hazırlanan formalarda 10 numarayı o giyiyordu. velhasıl kelam, arkadaştık. aradan zaman geçti tekrar maç yapmaya başladık, ama ben oytun'un toplarına bir daha pek girmedim.

bu şekilde;

o sağ, ben selametti...

serhan.

ha bu arada; '6 Kasım 6S'ı Anma, Gençlilk ve Skor Bayramı'mız kutlu olsun.